
Çocukluk yıllarımda bizim memlekette “Emirdağ mı büyük, Türkiye mi!” diye bir söz dolaşırdı. Emirdağlıların Belçika’daki varlığını ifade etmek üzere sıkça tekrarlanan bu söz, her ne kadar abartı olarak algılansa da, bir sosyal gerçekliğin anlamlı ifadesi olarak hafızlarda yerini korumaktadır. Bu hafızayı taşıyarak bir araştırma vesilesi ile 6 aydır bulunduğum Belçika’da Türk göçmenler ve özellikle Emirdağlılar üzerine bolca gözlem yapma imkanım oldu ve bazı notları yazıya dökmek istedim.
Avrupa ülkelerinde bazı şehirler, Türk göçmenlerin yoğunluğu ve oluşturdukları gettolarla birlikte anılmaktadır. Mesela, Almanya’da Berlin’in Kreuzberg semtinden “Küçük İstanbul” olarak bahsedilirken, İsveç’te Konya/Kulu’dan giden Türk göçmenlerin yaşadıkları gettolar literatürde sıkça yer almaktadır. Bu bağlamda, Belçika’daki bazı şehirlerin “Küçük Emirdağ” olarak anılmasına vesile olan Emirdağlılar da, Avrupa’daki Türk gettolarının en önemli ve dikkate değer örneklerinden biridir.
Emirdağlıların Belçika’ya göçü, Türkiye’den Avrupa’ya emek göçünün başladığı 1960’lı yıllarda başlamış ve sonraki yıllarda artarak devam etmiştir. Başta evlilikler olmak üzere çeşitli yollarla, Emirdağ ve çevre köylerinden nüfusun büyük kısmı zamanla Belçika’ya taşınmıştır. Dönemler halinde ifade edecek olursak; 1960’lı yıllarda ilk gelenler işçi sınıfı oluşturur ve ilk kuşaktır. Onların Belçika’da doğan ya da küçük yaşta Belçika’ya götürdükleri çocukları, 40-50 yaş grubundadır ve ikinci kuşağı oluştururlar. Bugün 20’li yaşlarda olan gençler üçüncü kuşak olurken, nitekim günümüzde yeni doğanlarla birlikte dördüncü kuşak da oluşmuştur. Bu kuşaklar arasında 1960 ve 70’li yıllarda gelen ilk kuşaktan bir kısmı rahmetli olsa da, halen hayatta olanlar bulunmakta ve ileri yaştaki Türk göçmen grubunu oluşturmaktadır. Günümüzde Belçika’da 100 binden fazla Emirdağlı vardır, nüfusun bir kısmı Gent ve Anvers gibi şehirlerde olsa da büyük kısmı Brüksel’de yaşamaktadır.
Kültürel Özerklik ve Kimlik Olarak Emirdağlılık
Kültürel özerklik kavramı genel manada, bir topluluğun kendi kültürel kimliğini ve yaşam biçimini kendisinin belirleyebilme yeteneğini ifade etmektedir. Kavram zaman zaman hukuki boyutuyla ele alınmaktadır ve devletin kültürel gruplara müdahale etmemesi gibi uygulamalara vurgu yapılmaktadır. Belçika devletinin çok kültürlü yapısı ve yerel yönetimlerin özerkliği, hukuki boyuttaki uygulamalara ihtiyaç bırakmadan, Emirdağlıların kültürel özerkliğini destekler mahiyettedir. Özellikle Brüksel’deki Emirdağlıların, sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik ve benzeri birçok alandaki varlıklarına bakıldığında, kültürel özerkliğe sahip bir topluluk olduğu rahatça iddia edilebilir.
Belçika’daki Emirdağlılar kültürel özelliklerini bütün kodlarıyla korumanın yanı sıra Türkiye’deki köyleri ve akrabalarıyla sosyal ilişkilerini sürekli canlı tutmakta, Türkiye’nin sosyal ve siyasi gündemini anlık takip etmekte ve kendilerini Türk milliyetçisi olarak takdim etmektedirler. Bununla birlikte, ulusal kimliğin ötesinde “Emirdağlılık” olarak ifade edilen yerel kimliklerinin en belirgin şekilde öne çıktığını söyleyebiliriz. İnsanların kendilerini birincil olarak Emirdağlı olarak takdim etmeleri, kimliğin sözel ifadesi olurken, sokaklardaki bütün tabelalarda, sosyal mekanlarda ve gündelik ilişkilerde kültürel kimliğin görsel ve materyal olarak dışa vurumu ziyadesiyle fark edilmektedir. Anadolu’nun kırsal kesimlerinden doğrudan Avrupa’ya göç eden bir topluluğun kendi geleneksel ve kültürel kodlarını koruma refleksinin, memleketçilik ve hemşerilik üzerinden yeni bir sosyal kimliğin oluşmasını teşvik ettiği söylenebilir. Çünkü Belçika’da ortaya çıkan Emirdağlılık kimliği, kodları itibariyle, Türkiye’deki Emirdağlılığın geleneksel kültürel dokusunu korurken yeni kültürel üretimlerle kimliği uluslararası boyutta yeniden inşa etmektedir. Buna dair çok sayıda örnek sayılabilir ama biz ilginç bir örnekle yetinelim: Türkiye’deki Emirdağ’da, “Emirdağ köftesi” diye bir köfte türü yokken, Brüksel’de “Emirdağ köftesi” adında, sıkça tüketilen ve Emirdağlılara özgü olduğu kabul edilen bir köfte türü vardır.
Brüksel’deki Emirdağlıların siyasi etkinlikleri de dikkat çekici niteliktedir. Brüksel’in büyük ilçelerinden Schaerbeek ve Saint-Josse-ten-Nood’un belediye başkanları Emirdağlıdır. Saint-Josse Belediye Başkanı Emir Kır, Belçika siyasetinde önemli bir isimdir ve uzun yıllardır Belediye Başkanlığını yürütmektedir. Yine Emirdağlı olan ve Belçika’da genç bir siyasetçi olarak dikkat çeken Hasan Koyuncu, bir süre önce Schaerbeek Belediye Başkanı seçilmiştir. Hem bu ilçe belediyelerinde hem de diğer kamu kurumlarında yönetici ve hizmetli gibi farklı kademelerde çalışan çok sayıda Emirdağlı vardır.
Ülkenin ekonomik ve ticari faaliyetlerinde de Emirdağlıların ciddi etkisinden söz etmek gerekir. İlk kuşak işçi sınıfı oluştururken, ikinci kuşağın işçilikten patronluğa uzanan ciddi ekonomik faaliyetleri söz konusudur. Gıda, giyim, temizlik, inşaat ve benzeri sektörlerde çok sayıda personel çalıştıran şirketlerden söz etmek mümkündür. Brüksel’deki Emirdağlılara bakıldığında, patronundan işçisine, zengininden dilencisine, bürokratik ve yönetici sınıfa kadar bütün sosyal sınıfları bir arada görmek mümkündür. Yani, sosyal tabakalaşma teorilerine uyumlu bir tabakalaşma söz konusudur. Bugün Emirdağ’ın çevre köylerinden herhangi birisi Brüksel’e gelse; herhangi bir kültürel şoka maruz kalmadan, yabancı dil bilgisine ihtiyacı olmadan, tamamen kendi köyündeki gıdaları tüketerek, evinde kuzine soba yakıp, haşhaşlı katmer pişirerek ve herhangi bir yabancıya ihtiyaç duymadan sosyalleşerek hayatını sürdürmesi mümkündür.
Sosyal Değişme Hızı ve Muhafazakarlık
1990’lı yıllarda Anadolu köylerinde Avrupa’daki göçmenlerin hızlı modernleştikleri, aile yapılarının geleneksel kodlardan uzaklaştığı değerlendirmesi yapılırdı ve bu değerlendirmeler genellikle eleştiri içerikli olurdu. 2000’li yıllardan sonra, teknolojik gelişmelere paralel olarak Türkiye’de çok boyutlu ve hızlı sosyal değişmeler oldu. Geleneğe bağlı yaşam tarzı ve başta aile olmak üzere sosyal kurumlar bu değişimden fazlasıyla etkilendi. Bugün bir kıyaslama yaparsak, Brüksel’deki Emirdağ’ın Türkiye’deki Emirdağ’a göre oldukça muhafazakar kaldığını söylemek mümkündür. Muhtemelen, göçmenlerin kendi aralarında kurdukları sıkı sosyal ilişkiler, memleketle bağların güçlü tutulması ve asimilasyona karşı direnç, sosyal değişmeyi yavaşlattığı gibi toplumun muhafazakar kodları korumasını da teşvik etmektedir.
Emirdağlıların Belçika’ya taşınmasında sıkça tercih edilen yöntemlerden birisi evliliklerdir. Öteden beri gurbetçi aileler, hem dayanışma amacıyla hem de aile yapısının muhafazakar formunu koruma amacıyla oğullarını ve kızlarını Türkiye’deki köylerinden evlendirmeyi tercih etmişlerdir. Göçmen grubun asimilasyona direnmesi, yaşadıkları sosyal çevrenin insan kaynağının da sınırlı olması gibi sebepler, memleketten evliliği teşvik etmiştir. Nitekim bu evlilikler sonucu, ithal damat ve ithal gelin gibi kavramlarla anılan yeni sosyal gruplar oluşmuştur. Belçika’daki Emirdağlıların memleketten evlilik yapmaları son yıllarda azalmaya başlamış. Memleketten yapılan evliliklerin azalmasında, yıllar boyu yaşanan olumsuz deneyimlerin de etkisi söz konusu olmakla birlikte; asıl sebebin Türkiye’deki ve Belçika’daki iki toplumsal yapı arasındaki sosyal ve kültürel değişme hızı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde Anadolu köylerindeki gençlerin modernleşme hızı, gurbetçi aileler için riskli görülmektedir. Bilindiği gibi Türkiye’de evlilik yaşı yükselmekte, evlilik ve doğum oranları hızlıca azalmaktadır. Belçika’daki Türk göçmenlerde ise, aile halen önemli bir kurum ve evlilikler 20’li yaşlarda yapılıyor. Her ailede ortalama 4-5 çocuk var desek abartmış sayılmayız. Şüphesiz bu durumda da, göçmen ailelerde gençlerin yükseköğretime devam etme oranlarının düşüklüğü ve doğumların devlet politikası olarak teşvik edilmesinin önemli payı olduğunu not etmek gerekir.
Bu gelişmelere paralel olarak, Belçika’da doğup büyümüş ikinci kuşağın Türkiye ile ilgili algıları ve tutumları dikkate değer gözükmektedir. Türkiye’ye dair bilgi ve deneyimleri genellikle memleketteki köyleri ve çevredeki bazı şehirlerle sınırlı olan ikinci kuşak, başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’deki büyük şehirlerin son derece güvensiz olduğunu, çocuklarını eğitim ve benzeri amaçlar için Türkiye’ye göndermenin son derece riskli olduğunu düşünüyorlar. Kanaatimizce, basın yayın organlarında gündelik yer alan haberler ve sosyal medya uygulamalarına yansıyanlar bu algının oluşmasında belirleyici olmaktadır.
Yaz Ayları ve Gündelik Hayat
Emirdağlıların Türkiye ile ilişkileri, her sene yaz aylarında Avrupa’daki gurbetçilerin Türkiye’ye geliş gidişlerini bize yansıtan ana hikayenin tamamlayıcı parçası gibidir. Haziran ayından itibaren, bütün Emirdağlılarda aynı telaşı ve aynı heyecanı gözlemlemek mümkün. Valizler hazırlanmış, herkes Türkiye’ye gideceği günü heyecanla beklemeye başlamış ve memlekete gidip gelme süreci sosyal ortamlarda muhabbetin temel konusunu oluşturmaya başlamış. Türkiye’ye gitmek, tatile gitmek değil, “izine gitmek” olarak adlandırılıyor. Çünkü yıllar boyu işçi sınıfın memlekete gidişi, işyerinden alınan izine göre ayarlanmış ve işten bir aylık izine ayrılan doğrudan memlekete gitmiştir.
Türkiye’ye izine gitme heyecanı, tıpkı memleketinden uzağa okumak için giden bir öğrencinin, okulun tatile girmesiyle birlikte memleketine gitmesindeki heyecanı gibidir. Özellikle ilk kuşak ve ikinci kuşakta bu heyecan daha yoğun hissedilmektedir. Yaklaşık 60 yıldır, bütün hayatı burada geçen, bütün işi gücü burada olan, çocukları ve torunları burada yaşayan bu insanların memlekete gidiş günü için valizlerini hep hazır tutmaları şaşırtıcı gelmekle birlikte derin mesajlar da içeriyor: İnsan başka bir ülkede, başka bir şehirde 50-60 yıl da geçirse, çok konforlu bir yaşam da sürse, çok uzaklarda, dağ başındaki bir köye özlem duyması; insanın özgürlük ve özgüven duygusuyla, aidiyet hissiyle alakalı olsa gerek. Çünkü, dağ başındaki o köy, insanların gerçekten sahip olduğu ve gerçekten ait olduğu yegane toprak parçasıdır. Hiç kimsenin hiçbir sebeple o insanı sürüp gönderemeyeceği son toprak parçasıdır. Kanaatimize göre; memlekete izine gitmenin psikolojik olarak iyileştirme etkisi de önemli derecede etkilidir. Çünkü memleketteki eş dost akraba, yaz aylarında gelen gurbetçilerine oldukça hürmetkar davranır, iltifat ve saygı ile duygusal besleme yapar. Bu durum da, başka bir ülkede azınlık psikoloji ile yaşayan bir kitlenin, bir sürelik de olsa kendini özel hissetmesine, değerli hissetmesine ve psikolojik anlamda iyileşmesine etki etmektedir. Bu etki, Brüksel’deki Emirdağlılık psikolojisinin Emirdağ’daki Brükselli psikolojisi ile yer değiştirmesi ve toplumsal statünün insan üzerindeki iyileştirici etkisi ile birlikte düşünülebilir.
Brüksel’in her bölgesinde Emirdağlılara rastlamak son derece normal bir durum ama özellikle Schaerbeek ve Saint-Josse ilçelerinin neredeyse tamamına yakını Emirdağlı. Bu iki ilçede gıda, giyim, ev eşyası gibi temel ihtiyaçların neredeyse tamamı Türkiye’den gelen ürünlerle karşılanıyor. Candan, Lodos ve Uğur Market başta olmak üzere, çok sayıda Türk marketi tamamen Türk ürünleri satıyor. Evlerde köy usulü kuzine soba da yakılıyor, haşhaşlı katmer de pişiriliyor. Chausse de Haecht’ta bulunan Diyanete bağlı Fatih Camii çevresi, Rue des Moissons’ta bulunan, Çaykışlalı Fuat Dankuş’a ait Cafe du Park ve Rue Verte’te bulunan Özburunlular Kahvesi başta olmak üzere, sokak aralarında çok sayıda bulunan Türk usulü kahvehanelerde okey oynanıyor, Ferdi Tayfur dinleniyor, Türkiye gündemi anlık takip ediliyor ve bolca memleket muhabbeti yapılıyor.
Üçüncü Kuşak ve Eğitim
Emirdağ’dan Belçika’ya 1960’larda göç etmiş ilk kuşak işçi sınıftır. İşten izne ayrıldıklarında doğrudan Türkiye’deki köylerine gitmişler, zamanlarını orda geçirmişler ve Brüksel ile Emirdağ arasına bir ömrü sıkıştırmışlar. Belçika’da doğup büyümüş ikinci kuşak da, aileden gelen görgü ve terbiye ile, kültürel kodları korumuşlar, Türkiye ile irtibatı hep canlı tutmuşlar ve ekonomik anlamda iyileştikçe, yaz aylarında Türkiye’de geçirdikleri zamanın bir kısmını kendi köylerinde bir kısmını da Akdeniz ve Ege sahillerinde tatile ayırmışlar. Bugün 20’li yaşlarda olan üçüncü kuşakta da Türk kimliği ve Türkiye ile irtibatın korunması hala önemli görülmekte. Fakat üçüncü kuşağın büyük kısmı Türkiye’deki zamanlarını memleketteki köylerinde geçirmek yerine, doğrudan tatil bölgelerinde ve İstanbul’da geçirmeyi ve büyüklerinden farklı deneyimleri tercih ediyorlar. Kuşaklar arası hikayeye bakıldığında üçüncü kuşağın yüksek öğretime ve nitelikli mesleklere yönlendirilmesi konusundaki eksiklik doğrudan göze batıyor. Günümüz şartlarında Türkiye’de gençlerin yükseköğretime devam etme ve eğitime dayalı meslek sahibi olma oranları artarken, üçüncü kuşağı oluşturan göçmen çocuklarda aynı oranda artış söz konusu değil. Türkiye ile kültürel anlamda irtibatın da sınırlı olması, üçüncü kuşağın yabancılaşması ve Avrupa’da asimile olmadan Türk kimliği ile yaşayan ama Türkiye’nin kültürel kodlarına da yabancı ve özgüveni düşük bir ara kuşak oluşması riskini taşımaktadır. Kanaatimizce; üçüncü kuşak gençlerin yükseköğretime ve nitelikli mesleklere yönlendirilmesi, üniversite eğitimi için Türkiye’ye gönderilmeleri ve Türkiye’nin kültürel kodlarına uyum sağlamalarının teşvik edilmesi son derece önemli gözükmektedir. Dedeleri göçmen olan, babaları ve anneleri göçmen çocuğu olan ve kendileri de üçüncü kuşak göçmenler olarak büyüyen gençlerin, küçük ülkede göçmen çocuğu olma psikolojisinin olumsuz etkilerinden arınıp, büyük bir ülkenin vatandaşı olma ve kültürel özelliklerini taşıma özgüvenine sahip olmaları, yetkisi ve sorumluluğu olan herkesin vazifesi sayılmalıdır. Ailelerle bu konuda yaptığımız muhabbetlerde; yükseköğretimin ve nitelikli mesleklere yönelme ihtiyacının yeterince idrak edilmediği, bununla birlikte ailelerin çocuklarını Türkiye’ye göndermeyi riskli buldukları, Türkiye’de büyükşehirlerin güvensiz olduğunu düşündükleri anlaşılmaktadır. Göçmen ailelerin Türkiye ile irtibatları çok sıkı ve aidiyet duyguları çok yüksek olmakla birlikte; anavatandaki sosyal ve kültürel değişmenin takibi ve bu değişime uyum sağlamanın oldukça zor olduğu muhakkaktır. Tüm zorluklarla birlikte; yeni kuşakların hem Türkiye ile irtibatlarının korunması, kültürel kodlara uyum sağlamaları ve aidiyet duygularının gelişmesinde hem de yükseköğretime ve nitelikli mesleklere yönlendirilmeleri hususunda önemli projelere ve Belçika’da görevli Türk misyonlarının ciddi ve samimi çalışmalarına ihtiyaç duyulmaktadır.
Hasılı kelam; Belçikalıların dilinden bize ulaşan “Emirdağ mı büyük, Türkiye mi!” sözü, içerdiği espri kadar gerçektir de. Göçmen işçi sınıfın 60 yıllık birikimi olan kültürel özerklik, Türk kültürünün uluslararası arenada temsili açısından önemli bir kazanımdır. Bu kazanımın korunması ve yeni kuşaklarla irtibatın güçlendirilerek korunması, ciddi sosyal projeleri gerekli kılmaktadır.
Doç. Dr. Abdülkadir YELER
İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Yorum Yazın