Belçikaya Göç Hikayeleri – Erol Arıcı

Belçika'ya Göç Hikayeleri– Erol Arıcı (1958–2024)
Bazen insanın eli bir şeye dokunmak istemez, bazen gözünüzün önünde duran bir şeyi haftalarca görmezden gelirsiniz. Bu röportajı kaleme alırken ben de benzer bir ruh hâlindeydim.
13 Mayıs 2024 günü büromda otururken telefonum çaldı. Arayan, yıllar önce EYAD’da görev yaptığım dönemde tanıştığım Erol Arıcı idi. Kendisiyle çok sık görüşmesek de birbirimizi tanır, selamlaşırdık. “Göç Röportajları yapıyormuşsun, benimle de yapar mısın?” deyince, hiç düşünmeden kabul ettim ve evinde ziyaret ettim. Röportajı yaptık, videoyu montajladım. Yazıya döküp yayına hazırlamak ise günlerce sürdü.
Türklerin Belçika’ya göçünün 60. yılı için düzenleyeceğimiz geceye kendisini davet etmeyi planlıyordum. Röportaj videosunu orada hep birlikte izleyecektik. Ancak maalesef aradan bir ay geçmeden, memleketi Emirdağ’daki köyünde vefat ettiğini öğrendim.
İki engelli evladına adanmış bir ömür, gurbetin yükü, çalışkanlık ve vefa ile örülü bir hayat... Allah rahmet eylesin.
İşte Erol Arıcı'nın Belçika'ya Göç Hikayesi
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
1958 yılında Emirdağ’ın Adayazı köyünde doğdum. Babam 1966’da Belçika’ya geldi. 1969’da annem, büyük ablam ve abim de onun yanına gittiler. Ben ve küçük kız kardeşim Türkiye’de kaldık. Ortaokulu Türkiye’de bitirdikten sonra, 1973 yılının Eylül ayında Belçika’ya ailemin yanına geldim. O günden beri burada yaşıyorum.
Belçika’da hangi işlerde çalıştınız?
İlk olarak bir Yunan bakkalında yardımcılık yaptım. Ardından Edmond Depper adlı taşımacılık firmasında çalışmaya başladım. 1977’ye kadar oradaydım. Daha sonra bir yıl kadar işsizlik sürecim oldu. Sonra oyuncak fabrikasında çalıştım, ardından büyük inşaat demirleri taşıyan bir şirkette forklift operatörlüğü yaptım.
Bir süre sonra çocuklarımın sağlık durumları nedeniyle ara vermek zorunda kaldım. İki engelli oğlum var, onlarla ilgilendim. Son olarak iplik fabrikası Fabelta’da 17 yıl çalıştım. Fabrika kapanınca emekli oldum.
Unutamadığınız bir anınız var mı?
Çok var ama birini anlatayım. Gençken bir gün yük boşalttığım kamyonun kasasında uyuyakalmışım. Şoför yük bitti sanıp kapağı kapatmış ve yola çıkmış. Kamyon kasasından ses gelince fark etmiş beni. O zamanlar dili bilmediğimiz için çok zor günler geçirdik.
Bir başka anım ise Yunan bakkalın yanındayken. Kilolu olduğu için direksiyon başında uyuklardı. “Garson, ben var uyumak, sen yüzümü çimdikle” diye beni tembihlerdi.
Geçmişteki Belçika ile bugünü nasıl kıyaslarsınız?
1970’lerin Belçikası çok farklıydı. Daha sakin, daha samimiydi. İnsanlar yardımseverdi, konu komşu birbirini kollardı. Para yastık altındaydı ama gönüller açıktı. O zamanlar üç aile aynı binada yaşardık. Tek tuvalet vardı ama hiçbir sorun yaşanmazdı.
Türkiye’ye 23 yıl boyunca karayoluyla gittim geldim. O yollarla bugünkü otoyollar arasında dağlar kadar fark var. Eski araçlarla, klimasız, motor sesini dinleyerek, çoğu zaman korku içinde yolculuk yapardık.
Belçika’daki Türk toplumuna bir mesajınız var mı?
Ben artık 66 yaşında, emekli bir insanım. Bu hayattan öğrendiğim en önemli şey, birlik olmayan yerde dirlik olmaz. Türk milleti olarak birlik olmalı, büyüklerimize saygı göstermeli, geleneklerimizi yaşatmalıyız.
Bayrağımıza, milletimize sahip çıkmalıyız. Özümüzü unutmayalım. Gençlere sesleniyorum: Nerede doğarsan doğ, damarlarında asil Türk kanı dolaşıyor. Ailene sahip çık, helal kazançla düzgün bir yaşam kur.
Röportaj-Video: Şükrü SAĞLAM 7 Temmuz 2024 Brüksel