Belçika'ya Göç Hikayeleri- Hasan Kurşun

HASAN KURŞUN: “Gençler, Geçmişinizden Utanmayın, Yarınlara Umutla Bakın”
1950 Emirdağ Demircili köyü doğumlu Hasan Kurşun, 1966 yılında henüz çocuk yaşta beş arkadaşıyla birlikte Belçika’ya uzanan bir göç yolculuğuna çıktı. O yıllarda Avrupa'ya işçi alımı başlamıştı ve umutla yola çıkan Hasan Kurşun’un hikâyesi, sadece bir göç hikâyesi değil, aynı zamanda bir azim ve dayanışma hikâyesi.
O yılların zorluklarını, duygularını ve Belçika’da geçen ilk yılları Şükrü Sağlam’a anlattı...
“Üzerimizde bir gömlek, elimizde bir ceketle yola çıktık”
Belçika’ya ilk gelişiniz nasıl oldu?
1966 yılının Mayıs ayında, Emirdağ Demircili köyünden beş arkadaş yola çıktık. O dönem Belçika’nın işçi aldığı duyulmuştu. Yaşım küçük olduğu için babamın kefaletiyle pasaport çıkarttım. Afyon’dan pasaportları aldık, üstümüzde bir gömlek, kravat, bir çift yeni ayakkabı; elimizde bir ceket... Umuda yolculuğa İstanbul’dan başladık.
İstanbul’dan sonra nasıl devam etti yolculuk?
İstanbul’da kısa bir araştırma yaptıktan sonra bir minibüs kiraladık. Şoförün daha önce Avrupa’ya gittiğini söylemesine rağmen, yolculukta onun da bizim gibi ilk defa gittiğini anladık. Yolda haritadan yönümüzü ben tayin ediyordum çünkü arkadaşlarımın içinde sadece ben okuryazardım.
“Belçika’ya niyet, Almanya’ya kısmet”
Avrupa’ya vardığınızda ilk olarak nereye gittiniz?
Aslında Belçika’ya gitmek için yola çıktık ama Berlin’e varmışız. Bunu bilet aldıktan sonra fark ettik. Trene bindik ama ilk kontrolde bizi trenden indirdiler. Berlin’den bir türlü çıkamıyoruz. Paramız azalıyor, parklarda yemek yiyoruz, pansiyonlarda kalıyoruz.
Sonra ne oldu? Kimden yardım aldınız?
Bir gün parkta tek başıma otururken fötr şapkalı, kravatlı bir adam yaklaştı. Türk olduğumu anlayınca neden ailemin yanında olmadığımı sordu. Hikâyemizi anlatınca yardım etmeye karar verdi. Meğerse eski Demokrat Parti milletvekiliymiş, ihtilalden sonra Türkiye’den kaçıp Berlin’e yerleşmiş. Beni evine aldı, kılık kıyafetimi düzeltti. Sonra arkadaşlarımı da Berlin Türk Konsolosluğu’na götürdü. Vizelerimizi ayarladı ve bizi Belçika’ya kadar kendi elleriyle götürdü.
“Gent’te köylümü görünce anamı babamı görmüş kadar oldum”
Belçika’da ilk karşılaştığınız kişiler kimlerdi?
Gent’te Sleepstraat'ta kaldık. Bizden önce gelen Ceylan Akkaş ve Hasan Avcı ile karşılaştım. Köylülerimi görünce kendi ailemle karşılaşmış gibi oldum. Param azalmıştı, kalan 600 lirayı da aileme gönderdim.
İlk işleriniz nasıldı?
Yaklaşık bir ay boyunca beni unuttular. Sonra bir tekstil fabrikasına yerleştirildim. Hem çalışıyor hem de okuyordum. 5-6 ay böyle devam etti. Sürekli Türkiye’den işçi geliyordu, evler yetersiz kalıyordu. Bir odada 20 kişi kalıyordu. İş bulup ayrılanların yerine yenileri geliyordu.
“Pasaportta ‘turist’ yazıyor diye izin vermediler”
Oturum izni alma süreçleri nasıldı?
Pasaportlarda ‘turistik’ ibaresi ve Kızılay pulu olduğu için Belçika polisi oturum izni vermiyordu. Türkiye’den Kızılay pulu getirttik, pulları damgaların üzerine yapıştırdık. Polis kontrol ettiğinde harç pulu sanıyordu. Böylece oturum izni alabiliyorduk.
Siz de başka kişilere yardım ettiniz mi?
Tabii. Yugoslavya-Avusturya sınırında 20 kişiyi trene yeniden bindirip ülkeye soktuk. Emirdağ’dan yüzlerce kişiyi Belçika’ya getirip işçi olmalarını sağladım.
“Bir çocuk daha yapıp maaşı artıracağım!”
İş yerinde ne gibi ilginç olaylar yaşanıyordu?
Aynı işi yapanların maaş farkını duyunca kıskançlık oluyordu. Bana tercümanlık yaptırıp patrondan neden daha az maaş aldıklarını sorduruyorlardı. Patron, çocuk sayısı fazla olanın vergi indirimi aldığını söylüyordu. Bazıları hemen bir çocuk daha yapma planları yapıyordu.
İlk yılların sosyal hayatı nasıldı?
Bisiklet alanı tebrik ederlerdi. Mektup geldiğinde herkes toplanır, memleket haberlerini dinlerdi. Televizyon yoktu, komşu Belçikalının evinden boks maçlarını camdan izlerdik. 1972’de renkli televizyon geldiğinde hepimiz sıraya girip vitrinden seyrettik.
“Köyde herkes benim için ağlamıştı”
İlk izninizi nasıl hatırlıyorsunuz?
1969’da evlenmek için köye döndüm. Jip kiralayıp köye gittim. Şoför beni yeni öğretmen sandı. Köyde herkes jipin sesinden geldiğimi anladı. Çocuklar arabanın etrafını sardı. Memidede beni görünce ağlamaya başladı: “Senin yüzünden annenin gözyaşı sel oldu,” dedi.
“Pişmanlığım: Neden daha çok okumadım?”
Bugün geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?
1974’e kadar işçilik yaptım. Sonra kahvehane ve bakkal açtım. İlk kahvehaneyi Celal Hoca açtı. Haftada bir gelen gazeteleri yüksek sesle okurdum. Elli yıl geçmiş. En büyük pişmanlığım daha fazla okumamış olmak. Elimde fırsatlar vardı ama daha çok fayda sağlamak isterdim. Gençlere tavsiyem; doğduğunuz yeri değil, geldiğiniz kökleri de unutmayın. Geçmişinizden utanmadan, eğitiminize önem verin.
Röportaj- Video: Şükrü Sağlam 07 Nisan 2024