Belçika'ya Göç Hikayeleri- Karani-Arife KUTLU

Türklerin Belçika’ya Göçünün 60. Yılı Anısına
“Her şey vaktini bekler, ne gül vaktinden önce açar ne de güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir.” – Mevlana
Bu sözleri yıllar önce Karani Kutlu’nun evinde yaptığım bir röportajdan sonra not etmişim. 2 Şubat 2014'te, göçün 50. yılı için gerçekleştirdiğim bu röportajın yayınlanması, aradan geçen 10 yılın ardından ancak mümkün oldu. Ses kayıtlarını kaybetmiş, heyecanımı yitirmiştim. Fakat röportajın video kaydı ve fotoğraflar arşivde yıllarca beni bekledi. Geçtiğimiz hafta arşivi karıştırırken karşıma çıkan bu dosya, beni yeniden o günlere götürdü. Saatler süren montaj ve yazıya dökme sürecinin ardından Karani Kutlu’nun içten hikâyesini sizlerle paylaşmanın zamanı geldi.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Ben Karani Kutlu. 1956 yılında Emirdağ’ın Adayazı köyünde doğdum. Belçika’ya ilk kez 1966 yılında turist olarak gelen babamın yanına, 1967 yılında aile birleşimiyle çocuk yaşta geldim. Gent şehrine yerleştik ve burada eğitime başladım. Okulu bitirdikten sonra çalışmaya başladım.
Askerlik süreciniz nasıl geçti?
Askerlik çağıma geldiğimde Türkiye’ye dönerek 20 ay askerlik görevimi yaptım. O zamanlar bedelli askerlik gibi bir imkân yoktu. Askerliğimi tamamladıktan sonra tekrar Belçika’ya dönüp iş hayatıma devam ettim.
Aile hayatınız nasıl şekillendi?
1973 yılında Türkiye’de evlendim ve eşimi yanıma, Belçika’ya getirdim. Beşi de burada doğup büyüyen 1 kız ve 4 erkek çocuğumuz var. Hepsi şu anda Brüksel’de çalışıyor. Yaklaşık 13-14 yıl Gent’te yaşadıktan sonra, babamın “Brüksel daha iyi, başkent, iş imkânı fazla” ısrarları üzerine Brüksel’e taşındık. Ev kirası ödememek için babam ve üç kardeşimle birlikte Brüksel’den bir ev satın aldık. 1980 yılından bu yana Brüksel’de yaşıyoruz.
Çalışma hayatınızdan biraz bahseder misiniz?
Belçika’da 35 yıl boyunca işçi olarak çalıştım. İşyerimin kapanması üzerine, 56 yaşımdan beri işsizlik maaşı alıyorum. Bu yaştan sonra iş bulmak da çalışmak da pek mümkün değil. Fransızca ve Flamanca biliyorum.
Türkiye’ye dönmeyi hiç düşündünüz mü?
Dost meclislerinde sıkça bu soruyla karşılaşıyoruz. Ancak çocuklarımız ve torunlarımız burada. Türkiye’ye kesin dönüş yapmak şu an için düşünmediğimiz bir şey. Zaten Türkiye’ye gitsek bile aklımız burada kalıyor. Birkaç ay kaldıktan sonra tekrar Belçika’ya dönüyoruz. Hayatımız artık burada şekillendi.
Avrupa’daki yaşam ile Türkiye’deki yaşam arasında en çok ne fark ediyorsunuz?
En büyük fark samimiyet ve saygı. Belçikalılar, bizim kadar büyüklerine saygılı ve aile bağlarına bağlı değil. Çocuklar okul bittikten sonra kendi hayatlarını kuruyor, aile bağları zayıflıyor. Bizim kültürümüzde ise anne-babalar çocuklarının ve torunlarının arkasında durur, korur, kollar. Bu çok kıymetli bir bağ.
Böyle bir farklılığı yaşadığınız bir anınız oldu mu?
Evet, Gent’te yaşadığımız yıllarda hemen yanımızda 80 yaşlarında eski bir emniyet müdürü olan Belçikalı bir komşumuz vardı. Bir oğlu ve bir kızı olmasına rağmen yalnız yaşıyordu. Ne arayanı vardı ne soranı. Evini kömürle ısıtıyordu, biz sobasını yakar, kömürünü taşırdık. Komşu olarak ihtiyaçlarını karşılardık. Bizden gördüğü saygı ve ilgiden çok etkilenmişti. Öyle ki, 80 yaşından sonra Müslüman olmaya karar verdi. İşte bizim kültürümüz böyle fark yaratıyor.
Bu röportaj, sadece bir bireyin göç hikâyesini değil, aynı zamanda Türk toplumunun Avrupa’da nasıl kök saldığını, değerlerini nasıl koruduğunu ve iki kültür arasında nasıl bir köprü kurduğunu da anlatıyor.
Röportaj-Video: Şükrü SAĞLAM 13 Eylül 2024