Belçika'ya Göç Hikayeleri- Metin EDEER

Brüksel'de Bir Emek Hikayesi
Kendinizi tanıtır mısınız? Nerede ve kaç yılında doğdunuz?
Ben Metin Edeer, 1956 yılında Emirdağ’da doğdum. 1978 yılında Belçika’ya geldim. Geldikten sonra inşaat sektöründe çalışmaya başladım. Türkiye'de farklı bir mesleğim vardı ancak o zamanlar burada geçerliliği yoktu. Bu nedenle 2,5 sene kadar inşaatta çalıştım.
Belçika’ya uyum süreciniz nasıl oldu? İlk etapta ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
İlk geldiğimde Belçika’da bu kadar Türk yoktu. Uyum sağlamak oldukça zordu. Belçika’da neredeyse her gün yağmur yağıyordu ve “Burada insan bu kadar yağmurdan çürür mü acaba?” diye düşünüyordum. Tanıdığım kimse yoktu, akrabam da yoktu. Ancak zamanla alıştım. İş yerinde Belçikalılarla çalıştık, onlarla iletişim kurdukça uyum sağladım. Yeni insanlar tanıdım, çevrem oluştu.
İş hayatınız nasıl başladı?
Kayınbabam rahmetli inşaatta çalışıyordu, beni de yanında götürdü. İlk işime böylece başladım. Türkiye’de inşaatta hiç çalışmamıştım, elime kürek bile almamıştım ama burada inşaata girdim. Buradaki iş düzeni farklıydı, yağmurda bile durmadan çalışıyorduk. Yağmurluk ve çizme verip işe devam ettiriyorlardı. 80’li yıllarda inşaat sektöründe iflaslar başladı ve çalıştığım şirket de bu süreçte iflas etti, ben de işsiz kaldım.
Brüksel’deki "Metin Pide" serüveni nasıl başladı? İlk pideci siz miydiniz?
İnşaat şirketi iflas edince Rue de Coteaux’daki bir restoranda pideci olarak işe başladım. Sonra Pala Restoran’da çalıştım. Yaptığım pideler beğeniliyordu çünkü pidecilik babamın mesleğiydi, ben de onun yanında az çok öğrenmiştim. O dönemde çevremden “Neden kendi yerini açmıyorsun?” diyenler oldu ama param yoktu. Sağ olsun Ömer Şen ağabey bana destek oldu, “Kaç para istiyorsan vereceğim, sen kendine yer aç,” dedi.
1985’te Rue Philomène’de, şimdiki Fatih Camii’nin hemen çıkışındaki küçük bir garajı alıp dostların yardımıyla pideci fırını olarak açtık. İlk açtığımda “Burada pideyi kim yiyecek?” diyenler oldu ama insanlar gerçekten özlemiş. Özellikle Belçikalılar ayranı çok tuhaf karşıladı. 1989’a kadar orada kaldım, sonra Chaussée de Haecht üzerindeki şimdiki yerimizi aldım. 1 yıl tadilat sürdü ve 1990’da oraya geçtik, o günden bu yana devam ediyoruz.
Sizi sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarınızla da tanıyoruz. O süreci anlatır mısınız?
EYAD’ın (Emirdağ ve Yöresi Yaşatma Derneği) kurucu üyelerindenim. 1996 sonunda, 1997 başında kurduk. Başta Belçika’da değil, Türkiye’deki ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi hedefliyorduk. Kurban kampanyaları düzenledik, Emirdağ’da 90 fakir çocuğu sünnet ettirdik. 1999 Gölcük depreminde ekip gönderdik. Düzce’de 90 köylük prefabrik ev yaptık.
Afyonkarahisar ve Emirdağ merkezli olarak 2400 civarında akülü engelli aracı Türkiye’ye gönderip ihtiyacı olanlara ücretsiz dağıttık. Hâlâ EYAD yönetimindeyim. Derneğimiz, devlet destekli memurlarıyla sosyal hizmetler, dil kursları gibi birçok faaliyet sürdürüyor.
Belçika’nın ilk geldiğiniz zamanki haliyle bugünkü halini karşılaştırabilir misiniz?
Eskiden Belçika çok güzeldi. Belçika Frangı’nın bir bereketi vardı, para harcadıkça bitmiyordu. Euro’ya geçildikten sonra bereket kalmadı. O yıllarda Türkiye’ye dönüşte herkes “Ne aldın geldin? Ev mi, arsa mı, tarla mı?” diye sorardı. Şimdi ise hayat çok pahalı, her şey kısıtlı. Enflasyon yok diyorlar ama ben geldiğimde sigara 27 frank’tı, şimdi kaç euro olduğunu bile hatırlamıyorum.
Belçika’daki Türk toplumunun geçmişle bugünkü durumu arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?
Eskiden çok samimiyet ve birliktelik vardı. Milli Görüş’ün kurultaylarına 9000 kişi katılırdı, Türk Federasyonu’nun toplantılarına 5000-6000 kişi gelirdi. Şimdi 1000 kişiyi bile zor topluyorlar. Ayrıştık, birlik kalmadı. Pandemi dönemi de bu kopukluğu daha da artırdı.
Unutamadığınız bir hatıranızı paylaşır mısınız?
İlk geldiğim yıllarda İstanbul Kahvesi’ne gittim. Sohbet sırasında mesleğimi sordular, ben de “Fırıncılık baba mesleği, ama asıl mesleğim kamyon şoförlüğü” dedim. Oradakiler “Burada kadınlar bile kamyon sürüyor, o işi boşver, sen yapamazsın” dediler. Bir de ilk çalıştığım inşaatta dil bilmediğim için şef “Bir palet kiremiti arka tarafa taşı” demişti ama ben yanlış anlayıp 20 palet kiremiti arka tarafa taşıdım! O gün çok yorulmuştum ama şimdi gülerek hatırlıyorum.
Son olarak Belçika’daki Türk toplumuna bir mesajınız var mı?
Belçika’daki Türk toplumu bir araya gelmeli. Son yaşanan olaylarda yine kabahatli biz olduk. Mağdur gibi gösterildik. Birlik olunmadıkça bu işler düzelmez. Geçmişte birkaç defa çatı dernek kurma girişimimiz oldu ama herkes "Ben onun ayağına mı gideceğim?" diye düşündü, olmuyor. Gençlere tavsiyem, okusunlar, kendilerini geliştirsinler. İyi yerlere gelen gençlerimizi gördükçe gururlanıyorum.
Röportaj-Video: Şükrü SAĞLAM 15 Nisan 2024 Brüksel