Belçika'ya Göç Hikayeleri-Şeref VURAN

Bize kendinizi tanıtır mısınız? Nerede ve kaç yılında doğdunuz?
Benim adım Şeref Vuran. 1963 yılında Emirdağ’da doğdum.
Belçika’ya ne zaman ve nasıl geldiniz?
Belçika’ya 1972 yılının Şubat ayında aile birleşimi yoluyla geldik. Önce babam gelmişti, ardından bizi yanına aldı.
Belçika’ya geldiğinizde kaç yaşındaydınız?
Belçika’ya geldiğimde 8 yaşındaydım. Şu anda 61 yaşındayım.
Geldiğinizde hemen okula başladınız mı? Bu süreci biraz anlatır mısınız?
Evet, hemen başladım. Namur bölgesinde, nüfusu yaklaşık 1000 olan Mazy adında küçük bir köye yerleştik. Köyde neredeyse hiç yabancı yoktu. Babam bizi köydeki ilkokula yazdırdı. Türkiye’de ikinci sınıfa gidiyordum, bu yüzden okuma yazmayı biliyordum.
İlk günüm çok ilginçti. Öğretmen beni sınıfa aldı, Fransızca olarak arkadaşlarıma tanıttı. Sonra bir kitap açarak okumamı istedi. Ben işaret ettiği yeri büyük bir özgüvenle ve akıcı bir şekilde okudum. Fakat sınıftaki tüm çocuklar gülmeye başladı. Öğretmenim okumayı durdurmamı istedi. O an neye güldüklerini anlayamamıştım ama sonradan fark ettim ki Fransızca’yı Türkçe gibi okuyormuşum. Bu yüzden gülmüşlerdi.
Ailenin en büyük çocuğu olarak, evdeki tüm resmi işleri de ben üstlenmek zorundaydım. Babam çalışıyordu, annem ev hanımıydı, altı kardeştik. Eve gelen mektuplarla, evraklarla ben ilgilenirdim. Bu sebeple Belçika’ya geldikten üç ay sonra Fransızca’yı söktüm.
Belçika’ya uyum süreciniz nasıldı? Ne gibi zorluklar yaşadınız?
Mazy köyünde üç yıl yaşadık. O yıllarda Emirdağ’dan çok sayıda bekar erkek Belçika’ya geliyordu. Onlara "turist" diyorduk. Bizim evimizde 15'e yakın turist kalıyordu. Babamın akrabalarıydılar ve kalacak yer bulana kadar bizde kalırlardı. Annem yemeklerini yapar, çamaşırlarını yıkardı. Evde otomatik çamaşır makinesi de yoktu.
Ben sabahları okula giderdim, okuldan sonra babamla belirlediğimiz fabrikaları gezerek turistleri iş aramaya götürürdüm. O dönemde bana en çok harçlık verene öncelik tanırdım. Bu süreç 1975 yılına kadar devam etti. Bu dönemde köyde başka Türk olmadığı için Fransızca’yı oldukça iyi öğrendim. Sonra Brüksel’e taşındık. Brüksel’deki Türk çocuklarına göre daha iyi Fransızca konuşuyordum.
İş hayatına nasıl başladınız? Ne gibi zorluklar yaşadınız?
İş hayatıma başlamadan önce herhangi bir zorluk yaşamadım. Ne ırkçılıkla karşılaştım, ne de kötü bir olayla. Çünkü biz o dönem Brüksel’de kahvehanelerde vatandaşların mektuplarını okuyup, vergi işlemlerini anlatırdık. Bir nevi bugünkü sosyal hizmet görevi üstleniyorduk. İnsanların sorunlarına yardımcı olduğumuz için toplumda bir güven ortamı oluşmuştu. Zaten Mazy köyünde geçirdiğimiz üç yıl, bize büyük bir avantaj sağladı.
Ama mesela benim kadar şanslı olmayanlar da vardı. Saint-Josse veya Schaerbeek’e yerleşen ve sadece Türkler arasında kalanlar fazla entegre olamadı.
Sizi sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarınızla da tanıyoruz. Bu süreci anlatır mısınız?
1984’ten beri iş insanıyım. Emirdağlılar arasında nadir olan bir sektörde, balık sektöründeyim. 1996 yılında Fransız ortaklarla birlikte Fas’ta yatırım yaptım, uluslararası fuarlara katıldım, Belçika’yı ve Türkiye’yi temsil ettim. Hâlen Bulgaristan’da faaliyet gösteren iş yerimle bu sektöre devam ediyorum.
O dönemde Brüksel’de bir vakıf kurma fikri ortaya çıktı ve ben de destek verdim. Ancak vakıf başarısız oldu. Geriye dönüp baktığımda şunu fark ettim: Ne yazık ki birçok vakıf veya derneğin arkasında siyasi bir yapı var. Bu da başarısızlık getiriyor.
Geldiğiniz yıllardaki Belçika ile bugünkü Belçika’yı kıyaslar mısınız?
Belçika sosyal bir ülke. İşsizlik ödeneği, sağlık yardımları gibi çok güzel sistemleri var. Eski yıllarda insanlar daha güven doluydu. Mazy’deki fırıncı, biz evde olmasak bile ekmeği pencereye bırakır, annem de parasını oraya koyardı. Sonra adam gelip ekmeği bırakır, parasını alırdı.
Türklerin ve diğer yabancıların o dönem bir değeri vardı. Ama artık o kabulü görmüyoruz. Bunun sebebi Belçikalılar değil, biziz. Biz kendi değerlerimizi ve birlikteliğimizi zamanla kaybettik.
Sizin yaşadığınız, unutamadığınız bir olay var mı?
Evet, Avenue Paul Deschanel’de yaşadığım bir olay var. Garajımın önüne bir Belçikalı arabasını park etmişti. Kendisine, aracını çekmezse polisi arayacağımı söyledim. Tanıdığım biriydi, sosyal yardım (CPAS) alan biriydi. Bana aynen şöyle dedi: "Pis yabancı, memnun değilsen ülkene dön."
Ben bir iş insanıydım, vergi veriyordum. O ise sosyal yardımla geçiniyordu. Aramızda büyük fark vardı ama sonuçta o kendi ülkesindeydi. Bu olay bana ne kadar entegre olursak olalım, bir yabancı olduğumuzu hatırlattı. O dönem Belçika’da 45, Fas’ta 600 işçim vardı. Belçika’ya büyük katkım olmasına rağmen, bu sözler beni derinden düşündürdü ve üzdü.
Son olarak Belçika’daki Türk toplumuna bir mesajınız var mı?
Türk toplumu olarak birbirimizden çok kopuğuz. Acilen siyasi etkilerden uzak, geniş katılımlı bir çatı kuruluşu oluşturmalıyız. Gençlerimize sesleniyorum: Mutlaka okuyun, eğitime önem verin. Belçika’da üniversite eğitimi için büyük masraflar gerekmiyor. Temizlik şirketlerinde çalışmak yerine ofislerde, bürolarda varlık göstermemiz lazım. Çünkü Belçika’ya gelişimizin üzerinden 60 yıl geçti. Artık ikinci, üçüncü kuşak burada söz sahibi olmalı.
Röportaj-Video: Şükrü Sağlam Brüksel - 15 Nisan 2024