Avrupa'da ırkçılık ve aşırı sağın zirve yapıp toplumda karşılık bulduğu, son yapılan Fransa seçimleriyle bir kez daha ispatlandı. Gerek AB kurumlarında gerekse üye ülkelerin günlük siyasetlerinde yaşanan "politik tıkanmışlık", önceleri seçim dönemlerinde rastlanan ırkçı ve aşırı sağcı söylemleri sürekli hale getirmiş durumda. Merkez siyasetlerin, bu tıkanmışlığa çare üretme yerine ırkçı ve aşırı sağcı partilerin söylemlerini sahiplenmeleri de dikkatlerden kaçmıyor. AB ülkelerindeki ılımlı, sosyal demokrat, muhafazakar merkez siyasi partilerin yaşanan gelişmeleri çözecek doğrultuda politika üretememeleri, siyaset sahnesinde ırkçı ve aşırı sağcı partilerin hızlı şekilde güçlenmesini sağlıyor. Ayrıca bu partilerin geri dönüşü olmayacak şekilde taban kazanmalarına ve siyasette kurumsal bir ırkçı ve aşırı sağcı dilin yerleşmesine zemin hazırlıyor.
Avrupa'da siyasi partilerin etkin politika üretememeleri ırkçı ve aşırı sağcı partilerin hızlı bir şekilde güçlenmesini sağlıyor.
Siyasi hareketler ve kurumsal ırkçılık
Avrupa'da aşırı sağın son zamanlarda güçlendiği ifade edilmekle birlikte, bu hareketlerin esasında güçlü bir geçmişe sahip olduğu biliniyor. İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda, Avrupa'yı savaşa götüren sebeplerden biri de bu ırkçı ve aşırı sağcı hareketlerden kaynaklanıyordu. Günümüzde Fransa'dan Danimarka'ya, Almanya'dan İtalya'ya Avrupa'nın merkezindeki pek çok ülkede aşırı sağcı ve ırkçı siyasi hareketler, ya iktidarda ya iktidar ortağı ya da güçlü birer muhalefet partisi olarak, parlamentolarda yer alıyor.
Siyasi alandaki yerleşik aşırı sağ devlet kademelerinde de açıktan veya gizli aşırı sağcı yapılanmaların önünü açıyor.
Farklı ülkelerdeki aşırı sağcı hareketler genelde ortak bir söylem birlikteliğiyle hareket ediyor. Burada ortaya çıkan üç ana başlık İslam düşmanlığı , göçmen-yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığı oluyor. Aşırı sağcı siyasi hareketlerin, bilhassa İslam düşmanlığı çerçevesinde oluşturdukları söylem birlikteliğinin temelinde, Avrupa'da görünür olan İslam dininin kamusal alandan dışlanması, İslam dinine yasaklar getirmek ve genel olarak Müslümanların haklarının ve özgürlüklerinin kısıtlanması gibi fikirler yer alıyor. Bu tür siyasi hareketlerin söylem birliktelikleri, geniş bir siyasi etkileşim ve birlikte hareket eden etkili bir ağa dönüşmüş durumda.
Kurumsal ırkçılık devletler için ölümcül özelliktedir
İslam'a ve Müslümanlara saldırılar artıyor
Söz konusu söylem birlikteliği çeşitli şekillerde kendisini gösteriyor. Bir yandan Hollandalı ırkçı ve aşırı sağcı siyasetçi Müslüman ların kutsal kitabını, ironik bir şekilde Hitlerin kitabı "mein Kampf'a" benzeterek İslam dininin yasaklanmasını savunuyor. Diğer yandan Almanya'da aşırı sağcı parti AfD, parti programında ve seçim propagandalarında İslam dininin yasaklanmasını ve İslam dinine ait kutsalların kamusal alandan dışlanmasını savunabiliyor.
İslam dininin kutsallarına saldırının son örneği Danimarkalı politikacı Rasmus Paludan'ın İsveç'in Malmö şehrinde Kur'an-ı Kerim'i yakması olarak karşımıza çıktı. Danimarka'da Irkçı "Stram Kurs" partisinin genel başkanı olan Paludan, 2020 yılında yine İsveç'te Kur'an-ı Kerim yakmış ve oldukça yoğun tepki toplamıştı. Geçtiğimiz hafta İsveç'te ırkçı ve İslam düşmanı eylemini yeniden tekrarlayan Paludan, Müslümanların yoğun protestolarıyla karşılaştı. Protestolar İsveç'in bazı şehirlerinde kontrolden çıkarak şiddet eylemlerine dönüştü. Böylece Paludan'ın provokatif eylemi amacına ulaşmış oldu.
Aşırı sağcı siyasi hareketler ve ırkçıların Müslüman düşmanı söylemlerinde amaçladıkları, Müslümanların kutsallarına saldırıp onları provoke ederek, mağdur-fail ilişkisini tersine çevirmektir. Aşırı sağcı ve ırkçı hareketler, özellikle İslam dinine yönelik eylemlerinin eleştiri sınırlarında gerçekleştiği ve Müslümanların bu eleştirilere tahammül edemedikleri iddiasındalar. Böylece kendilerinin gerçekleştirdiği Müslüman düşmanı eylemlerde, dikkati Müslümanların verdiği karşı tepkiye çekerek, asıl mağdurun kendileri olduklarını öne sürüyorlar.
Devlet kurumlarında ve güvenlik bürokrasisinde ırkçılık
Siyasi alanda yerleşen aşırı sağın etkileri kendisini devlet kademelerinde ve bilhassa güvenlik bürokrasisinde de gösteriyor. Siyasi alandaki yerleşik aşırı sağ, devlet kademelerinde de açıktan veya gizli olarak bir aşırı sağcı yapılanmanın da önünü açıyor. Aşırı sağ siyasi hareketler, bu yapılanmaları bilinçli olarak destekliyor.
Almanya örneğine baktığımızda, NSU terör örgütünün ortaya çıkarılmasında, güvenlik bürokrasisinde örgüte yardım eden, yaptıklarını görmezden gelen, iç istihbarat birimleri çalışanları ve polislerin varlığı tespit edilmiştir. Daha sonra kurulan araştırma komisyonlarında, NSU terör örgütünün faal olduğu eyaletlerdeki iç istihbarat birimlerinin örgütü takip etmelerine rağmen, eylemlerinden haberdar olmadıkları iddiaları ortaya atılmıştı. NSU terör örgütü ortaya çıkarıldıktan sonra oluşturulan araştırma komisyonu raporlarında, güvenlik bürokrasisinin bu örgüte yönelik çalışmalarının değerlendirilmesinde, örgüt üyelerinin polisten kaçabilmeleri ve yer altına inmelerindeki kurumsal sorumluluğa dikkat çekilmiştir. Bilhassa, yanlış ve yerinde alınmayan kararların sürekliliği, standart uygulamalardan sapmalar, örgütle ilgili alınan yerinde tedbirlerin yine bilinçli bir şekilde sabote edildiği, terör örgütünün ortaya çıkarılmaması için uğraşıldığı tespitleri, güvenlik bürokrasisinde kurumsal bir aşırı yapılanmanın varlığına bir işaret olarak okunmuştur.
AfD gibi aşırı sağcı siyasi hareketlerin son yıllarda hedef seçmen kitlesine devlet çalışanlarını koyması ve devlet bürokrasisinde çalışanlar arasında organize olmaları dikkat çekiyor. AfD içerisindeki "Flügel" hareketinin lideri Björn Höcke'nin geçmiş yıllarda, başta iç istihbarat birimleri çalışanlarına devamında ise güvenlik bürokrasisi çalışanlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği "isyan", mevcut iktidarı takip etmeme ve direnme çağrıları, aşırı sağ açısından gelinen tehlikenin kurumsal boyutunu ortaya koyuyor. Bilhassa Höcke'nin geçtiğimiz dönemlerde yaptığı çağrılarla, Almanya'da mevcut hükümetin göçmen ve yabancılar politikasına yönelik tepkili olan güvenlik bürokrasisini kendi taraflarına çektiği düşünülüyor.
"Bugün Türkleri avlamaya gidiyoruz"
Almanya'da AfD'nin çağrılarının karşılıksız kalmadığının en bilinen ispatı geçtiğimiz yıllarda özel asker ve polis birimlerinin kapatılmasında kendisini gösterdi. 2020'de Alman ordusunda özel kuvvetler birimi KSK'nın ikinci bölüğünün ve Hessen eyaletinde özel harekat polis birimi olan SEK'in kapatılmasının temelinde, bu birimler içerisinde örgütlü hareket eden aşırı sağcı ve ırkçı yapılanmaların rehabilite edilemez bir duruma gelmesi sebep olarak gösterilmiştir. Askeri istihbarat dairesi MAD'in araştırmalarına göre ordu içerisindeki aşırı sağcı şüpheli olayların arttığı ve sayılarının binleri bulduğu belirtilmiştir.
Almanya'da devlet kurumlarınca yapılan araştırmalarda bilhassa güvenlik bürokrasisi içerisindeki aşırı sağcı olayların bireysel olduğu, örgütlü olmadığı iddiaları ortaya atılsa da eyalet polis yapılanmaları içerisinde geniş tabanlı örgütlü bir kurumsal yapının olduğu artık inkar edilmeyen bir gerçeklik olarak ortadadır.
Geçtiğimiz yıllarda Bochum'daki Ruhr Üniversitesi akademisyenleri tarafından başlatılan geniş kapsamlı bağımsız bir araştırmada, polis içerisindeki kurumsal ırkçılığın ve aşırı sağ yapılanmanın bilinenden daha örgütlü olduğu ortaya konmuştur. Aynı şekilde polis tarafından uygulanan orantısız şiddet olaylarında da arka planda ırkçı ve aşırı sağcı saiklerin yattığı düşünülmektedir.
Bochum Üniversitesinin geçmiş yıllarda yapmış olduğu araştırmada, bazı polislerin açıkça "Bugün Türkleri Avlamaya Gidiyoruz" diyerek devriyeye çıktıkları, açıkça Türkleri hedef alarak, muhakkak işlem yapılacak bir sebep bulunduğu ifadeleri, araştırma sonuçlarına yansımıştır. Polislerin göçmen kökenlileri sebepsiz yere durdurup kimlik sordukları, kontrol ettikleri, polis adayları arasında aşırı sağcı ve ırkçı yaklaşımlarından dolayı eğitim aşamasında atılan adayların gün geçtikçe arttığı biliniyor.
Kurumsal ırkçılık ölümcüldür
Avrupa'da aşırı sağ ve ırkçı siyasetin güçlenmesinin en önemli sonucu; kurumsal ırkçılık boyutuyla kendisini gösteriyor. Kurumsal ırkçılık, devletler için ölümcül bir özellik taşıyor. Kurumsal ırkçılığın devlet ve güvenlik kurumlarında alan kazanmasının sonucunun ne olduğu NSU terör örgütü ile görülmüştür. Asıl görevleri insan haklarını güvence altına almak, kamu güvenliğini sağlayarak demokratik düzeni tesis etmek olan devlet kurumlarının bu görevlerinden sapmaları durumunda insan hakları ihlallerinin artacağı, ihlallerin cezasız kalmasının ise aşırı sağ ve ırkçı şiddet olaylarını tetikleyeceği bir gerçektir. Kurumsal aşırılık boyutuyla, kurumsal ırkçılık ve aşırı sağın yükselmesi, hukuksuzluğun da yükselmesi demektir. Hukuksuzluğun yükselmesi ise devamında insan ölümlerini beraberinde getirir. Kurumsal ırkçılık ve aşırı sağ görünüş şekli itibarıyla fenomen olarak en tehlikeli olanıdır. Mücadele için ise siyaset üstü istek gerektirir. Ancak Avrupa ülkelerinde siyaseten bu fenomenle mücadele edecek istek ve güç pek görünmüyor.
[Dr.Muhterem Dilbirliği, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi]
Yorum Yazın