Cemil Meriç’in ‘Acılar hatıralaşınca güzelleşir’ der.
Eskiden“Bizim Mahalle” diyerek sahiplendiğimiz, büyük küçük herkesin birbirini tanıdığı, evini bildiği acı ve tatlı günlerde ortak olduğu bir yaşam alanı vardı.
Zaman eski zamanlardan biriydi. İnsanlar birbiriyle selamlaşır, hâl hatır sorarlar, çocuklar sokaklarda korkusuzca oynarlardı.
Zaman eski zamandı ya, ne ekmeğin tadı bozulmuştu ne de insanın mayası. Mevsimler bile kendi tadındaydı.
Dört mevsim yaşanırdı o zaman. Evler ki; sırt sırta vermiş kardeşler gibiydi. Sevinçlerde hüzünler de birlikte yaşanırdı.
Kapı komşusu kavramı vardı evde pişen yemeğin kokusu gitmiştir diye bir tabakta komşuya ikram edilirdi.
Toplumsal değerlerdeki çok hızlı dönüşümün ve değişimin kentsel mekânlara yansımasının en güçlü göründüğü yerler oldu i mahallelerimiz.
Modernleşme ve batılılaşma hastalığı mahalle anlayışımızı da ortadan kaldırdı.
Öyle ya da böyle maalesef aileden sonra toplumun en önemli temel taşı olan mahalleyi göz göre göre kaybettik.
Ne mahalleli kaldı ne mahallenin namusu, ne mahallemizin büyüğü ne de mahallenin delisi…
Her mahallenin bir ‘teyzesi, bir amcası, abisi ya da ablası’ vardı. Hani nerdeler gençlik yıllarımızda, ailemize isyan bayrağını açtığımız günlerde bizleri adam yerine koyup bir köşede dinleyen ve doğruları bulmamıza yardımcı olan ağabeylerimizin amcalarımız dayılarımız. Çocukların kütü bir davranışını gören bir mahalleli ağabey veya amca onu azarlar hatta kulağını çekebilirdi.
Mahalleler aynı zamanda birlikte oynanan oyunlardan ilk aşklara, yenilen ilk dayaklardan yapılan ilk maçlara kadar birçok noktada yaşamımıza değer katan yerlerdi..
Aynı zamanda bir sıcaklığı samimiyeti ifade ederdi mahalle kültürü.
Tok açın halinden anlardı, Mahallenin bir bileni bir uzlaştırıcısı vardı,
Çocuklar mahallenin çocuklarıydı, hangi kapı açıksa oradan alınırdı yağlı ekmekler,ve ekmeğe sürülmüş salçalar.Birlikte açılırdı bayram tatlılarının yufkaları, Beraber kaynardı salça ve pekmez kazanları.
Bıçkın delikanlıları korurdu mahallenin namusunu, Laf değil, mahallenin kabadayısı bile olurdu da kendi mahallelisine yan bakmaz, yan bakana adeta duvar kesilirdi…
Günümüzde de mahalle bakkalı şurada burada varlığını sürdürmeye çalışsa da zorlandığı belli;
Ama o zaman bakkal Mehmet amca ve veresiye defterleri vardı, yine bir çok ustayı yetiştiren Fırıncı Hüseyin amcamız vardı.
Bakıma muhtaç yaşlılarımızın evlerinin kapıları mutlaka açılırdı.
Ne kadar mahalleli varsa her mahalleliyi ninesinden torununa, dayısından amcasına, yeğeninden farklı şehirdeki akrabalarına kadar tanır, bilirdi. Ne iş yaptığını, tahsilini, nerede yaşadığını, kiminle evli olduğunu, huyunu suyunu, içkisini, kumarını bilirdi
Müstakil evler acımasız vahşi kentsel dönüşümler adına apartmanlara devredilince gidiverdi o güzelim ata yadigarı müstakil bahçeli evlerimiz..
Ahmet Muhip Dranas’ın o ünlü şiiri Fahriye ablada “ Ne şirin komşunuzdun Fahriye abla” sözünü hatırladım.
Ya bugün aynı binada altlı üstlü oturanlar; birbirini tanımıyor. Karşı komşunun ölüsünden dirisinden haberi yok. İnsan üzüntüsünden delirse derdini soran bulunmaz, şehrin kalabalıkları içinde yapayalnız kalakalıyor.
Mahalle camilerinde yabancı biri anında bilinir ve namaz sonrası cemaatin ileri gelenleri ilgilenerek, misafirse, yolcuysa, muhtaçsa ona göre yardımcı olmaya çalışılırdı.
Mahallenin camisi olur da mahallenin imamı olmaz mı?
O da vardı ve nikâhlarda, cenaze işlerinde, çocukları okutmada, küskünleri barıştırmada, ihtilafları çözmede, mahallenin arzu halini makamlara iletmede öne geçerdi
Dünün mahalle huzuru ve neşesinin yerini bugün ne aldı acaba?
Anlatacak daha çok farklılıklar var; ama dedik ya Mahalleyi yitirdik.
Mahalle ile birlikte mahalleli anlayışımızı, değerlerimizi, kültürümüzü ve nice insani duygularımızı da yitirdik. Maalesef ki bunların kıymetini bilenler çok azaldı…
Şimdi, bir mahalle kelimesi, bir de mahalle muhtarları kaldı yadigâr…
Ne diyor şair: “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer”
Kalın Sağlıcakla
Sait ÖZDEMİR
Eğitimci Yazar&Uzman Psikolojik Danışman
Yorum Yazın
Facebook Yorum