Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hükûmeti, aynı zamanda 1905 Laiklik Yasasının 115. yıldönümü olan 9 Aralık’ta “cumhuriyet ilkelerine saygıyı pekiştiren” 3649 sayılı yasa tasarısını açıkladı. Bu yasa tasarısı, Macron’un 2 Ekim’de yaptığı “İslamcı ayrılıkçılık karşısında cumhuriyetçi bir uyanış” çağrısını içeren konuşmasının somutlaştırılmış hâliydi.
Tasarının başlığının birkaç kez revize edildiğini belirterek başlayalım. Böylelikle, özellikle “ayrılıkçılık” kelimesi de kullanılmamış oldu. Bunun kuşkusuz iki nedeni var:
Birincisi: Ayrılıkçılık tanımı ülkenin gerçekleriyle bağdaşmadığı gibi, Fransa’da ulusal topluluktan ayrılmaya çalışan herhangi bir siyasi/dinî aktör olmadığı da bir gerçek. İkincisi: Bu terim tarihte geçen ve şiddete başvuran hakiki “ayrılıkçı” hareketleri çağrıştırıyor. İronik olan şu ki, hükûmetin gerçek hedefi olan “İslamcılar” ile aynı kefeye konmak korkusuyla, ayrılıkçılık tanımının kullanılmasına en büyük tepkiyi verenler Korsikalı ayrılıkçılar oldu. Aynı şekilde Fransa hükûmeti, Bask ve Breton ayrılıkçılarını da kendine karşı (daha da fazla) yabancılaştıracağı kaygısıyla ayrılıkçılık tanımını kullanmaktan kaçındı.
“İslamcı Ayrılıkçılık”la Mücadele İsteği Yeni Değil
Yasa tasarısı, daha önceki bir versiyonunda “laikliği güçlendirme” başlığını taşıyordu. “Laikliği güçlendirme” ifadesi de yine aynı şekilde metinden çıkartıldı. Bunun sebebi ise muhtemelen Fransa sınırları içerisinde yer almasına rağmen, Alsace-Moselle bölgesinin kendine özel sistemiyle yönetilmesi hakkındaki sayısız tartışmalara bir yenisinin eklenmemesidir. Zira bu bölge, 1905 tarihli Laiklik Yasası ile yönetilmemektedir. Bu yasanın devletin herhangi bir dini tanımaması ve finanse etmemesini öngören 2. Maddesi de bu bölgede uygulanmamaktadır. Bu bölgede yaşayan topluluklar hâlâ 1801 tarihli Konkordato (Katolik, Lutheran, Reform ve İsrailli mezheplerini tanıyan ve organize eden ve devletin bu mezheplerin din görevlilerine ödeme yapmasına izin veren düzenleme) tarafından yönetilmektedir.
Son olarak, Fransa’da bu tasarıya yol açan siyasi iradenin 2 Ekim’den çok önce var olduğu unutulmamalıdır. Fransız Cumhurbaşkanı, 18 Şubat’ta Mulhouse kentinde de “İslamcı ayrılıkçılık”la mücadele etmek istediğini açıklamıştı. Bundan önce, 8 Ekim 2019’da, “cumhuriyet yasalarından ve değerlerinden uzaklaşmaya işaret eden hareketleri” veya “ufak tefek şeyleri” tespit etmek amacıyla bir telefon hattının kurulması çağrısında bulunmuştu. Cumhurbaşkanı, Kasım 2018’de ise 1905 yasasını “modernize etmek” istediğini duyurdu ve aynı yılın şubat ayında “Müslüman kültünü yeniden yapılandırma” niyetini paylaştığı bir konuşma yaptı.
50 Maddelik Yeni Yasa Tasarısı
İslam ve Müslümanların bu şekilde sistematik olarak odak noktası, hatta saplantı konusu olduğu birçok örnek verilebilir. Tasarının kamuoyuna sunulan nihai hâlinde daha önceki ifadelerden farklı olarak “cumhuriyet ilkeleri”nden bahsediliyor diye bu arka planın birdenbire ortadan kaybolduğunu söylemek inandırıcı olmaz. Ayrıca Fransız Cumhurbaşkanı 2 Ekim’de yaptığı konuşmada “İslam”, “radikal İslam”, “İslamcılık” ve “İslamcı ayrılıkçılık” terimlerini rastgele kullandı.
Yaklaşık elli maddeden oluşan bu yasa tasarısının özünü “Cumhuriyet ilkelerine saygıyı garanti etmek” ve “İbadetlerin serbestçe yapabilmesini garanti etmek” başlıkları oluşturuyor. Yasa tasarısında laiklik ilkesine ilişkin en sembolik önerileri gözden geçirelim:
Kamu Hizmetlerinin “Tarafsızlığı”
Bu yasa tasarısının amaçlarından biri, kamu hizmetinde laiklik ilkesinin, daha geniş bir şekilde özel hukuk tarafından yönetilen ve kamu hizmetinin icrasından sorumlu olan kuruluşlara da uygulanmasıdır.
Bu durum tartışmalı da olsa savunulabilir. Sorun, daha ziyade tarafsızlığın kamu hizmetini sağlayan kişilerin görünümünü de kapsadığını düşünmektir. Söz konusu kamu hizmeti, ister “organik”, yani bir kamu kurumu tarafından sunulan, ister “işlevsel” yani devlet tarafından kamu hizmeti göreviyle görevlendirilen özel bir kurum olsun, fark etmez: Kamu hizmetinde tarafsızlık, kamu hizmeti sağlayıcılarının görünümüyle değil, verilen hizmetle, alınan önlemlerle ilgilidir. Gerçekte, nesnel olarak tarafsız bir görünüm (çıplaklık dışında) yoktur. Her görünüm bir kültürün, bir eğitimin, bir inancın ve hatta bir çağın tezahürüdür.
Bu nedenle, organik kamu hizmeti sağlayıcılarına hayali bir tarafsız görünüm dayatmak hatadır; bu dayatmayı işlevsel kamu hizmeti alanına genişletmek, aynı hatayı yapmaya devam etmektir.
Tasarı aynı zamanda kamu görevlilerinin “dinî gerekçelerle kamu hizmetini düzenleyen kuralları bozmak” isteyen kişilerin “her türlü sindirme eyleminden” korunmasını öneriyor. Buradaki sindirme kavramı net olarak tanımlanmadığı için, istismara yol açması kaçınılmazdır. Üstelik yaptırımlar hapis cezasına ve hatta Fransız topraklarından sınır dışı edilmeye kadar genişletilmektedir.
Sınırları Belirsiz Olan “İlkeler” ve “Değerler”
Tasarı, kamu yetkilileri tarafından derneklere tahsis edilen sübvansiyonlar için daha geniş bir çerçeve önermektedir. Tasarıya göre bundan böyle yapılan her sübvansiyon talebi, derneğin “cumhuriyet ilkelerine ve değerlerine saygı gösterme” taahhüdünü içermek zorundadır.
Bu “cumhuriyet değerleri sözleşmesinin” ihlal edilmesi durumunda, sonuç sübvansiyonun iade edilmesidir. Cumhuriyetin öne sürdüğü “ilkeler” ve “değerler” kavramları belirsiz olmakla beraber, gelişigüzel kararlara yol açmaya elverişlidir.
Ayrıca tasarı, sağlık çalışanları tarafından kişiye bekaretini kanıtlayan sertifikalar temin edilmesinin yasaklanmasını ve bu yasağı ihlal edenlere ceza uygulanmasını öneriyor. Bu önlem, nadir bir uygulamayı hedef alması bakımından dikkat çekicidir. İsviçre’de de 2009 yılında minarelerin yasaklanması için Anayasa değişikliği yapıldığında İsviçre’nin tamamında bulunan minare sayısı yalnızca dörttü.
Tasarıda, zorla evlendirmeye karşı daha iyi mücadele etme önerisi de yer alıyor. Somut olarak, belediye başkanının kendisine şüpheli görünen bir evlilik birliğinin “samimiyeti”nden emin olmak için müstakbel eşleri ayrı olarak dinleyip bu evliliğe olası muhalefet amacıyla savcıya başvurabilmesi öngörülüyor. Bu şüpheyi objektif bir şekilde değerlendirmek için hiçbir çerçeve sunulmuyor, takdir evlendirme memuruna ve onun yorumuna bırakılmış oluyor.
Evde Eğitimde Orantısız Yasak
Tasarı, ailelerin çocuklarına evde eğitim vermek için yetkili kurumlardan izin talebinin ailenin siyasi, felsefi veya dinî inançlarıyla gerekçelendirilemeyeceğini öngörüyor. Burada üstü kapalı olarak hedef gösterilen, evde eğitim gören çocuklarla da ilgilenen kanun dışı Kur’an okulları. Fransa’da dinî endişeler nedeniyle evde eğitimi tercih eden ailelerin sayısı az olmasa da, siyasi, felsefi veya dinî inançlar nedeniyle evden eğitimin tercih edilmesinin yasaklanması, güdülen hedefle orantısız görünmektedir. Ancak yasaları ihlal eden davranışlar gözlendiği taktirde (örneğin kötü muamele), bunlar tek başına ve duruma göre incelenmeli ve gereken cezalar verilmelidir.
Dernek Özerkliğinin Sorgulanması
Fransa’daki dinî topluluklar “dinî dernek” kurma fikrine, yani 1905 tarihli Dernekler Kanunu kapsamında kurumsallaşmaya sıcak bakmazlar. Bunun nedeni, şeffaflık ve denetim yükümlülüklerinin bu tüzel kişilikte daha farklı olması ve bu derneklerin böyle bir durumda sadece ibadet için kullanılması koşuludur. Fransa’daki birçok İslami kuruluş da 1901 yasası tarafından öngörülen genel dernekler rejimine yerleşmeyi seçmişlerdir ve sosyal amaçları kısmen dinî, kısmen diğer (örneğin kültürel) olan karma amaçlı dernekler olarak nitelendirilmektedirler. Bu kuruluşlar, bu bağlamda dinî derneklere tanınan avantajlardan yararlanamamakta, ancak büyük bir örgütlenme özgürlüğüne sahip olmaktadırlar.
Tasarı bu durumu büyük ölçüde değiştirmeyi hedefliyor. Böylece, 1901 yasası kapsamındaki dernekler ve karma amaçlı dernekler de, dinî amaçlı dernekler gibi önemli yükümlülüklere tabi tutulacak. Bunun beraberinde ise bu kurumlara hiçbir avantaj sağlanmayacak.
Yani daha önce 1901 yasası kapsamında bulunan karma amaçlı derneklere, 1905 yasası rejimine geçme mecburiyeti getirilecek. Bu durum, dernek özerkliği meselesi ve din-devlet ayrılığı ilkesiyle ilgili soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Din ve Devlet İşlerinin Karışmaması ve Güçler Ayrılığı
Tasarı, idari durdurma yetkisini de öngörerek bir dinî derneğin yurt dışından 10.000 avroyu aşan miktara kadar alacağı kaynaklar için bir beyanname rejimi oluşturulmasını öneriyor. Prensip olarak, dinî dernekleri hedef alan belirli bir madde düşünülebilir, ancak yukarıda belirtildiği gibi yasa tasarısı, bir bakıma dinî boyutu olan tüm derneklerin 1905 kanun rejimi kapsamına girmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle aynı kanun altındaki tüm dernekler, bu beyanname rejimine tabidir. Bu durum ayrıca dernek özerkliği ve din-devlet ayrılığı açısından da sorun teşkil etmektedir.
Bunun yanında tasarı, ibadet yerlerinde veya bunlarla bir bütün oluşturan yan kurumlarında, ister gönderi, ister dağıtım veya yayın yoluyla olsun, seçim propagandası yapılmasını yasaklıyor. Bu nokta, dinî mekânlarda daha dingin bir ortam sağlamaya yardımcı olması açısından olumludur. Ancak tasarı bu yasakları, ibadet yerlerini sadece seçim kampanyaları döneminde değil, düzenli olarak seçim propagandası amacıyla kullanan siyasi gruplara ve üyelerine genişleterek daha tutarlı ve inandırıcı olacaktır.
Son olarak, ibadet yerlerinde yapılan açıklamalarda, yayılan fikirlerde veya orada yer alan faaliyetlerde bir kişiye veya bir gruba karşı nefret veya şiddete yol açma, nefreti veya şiddeti meşrulaştırma veya teşvik etme gibi bir eğilim sergilediği taktirde, eyalet departmanı temsilcisi veya Paris’te polis valisi tarafından geçici olarak kapatılabilmesini öngörüyor. Yargı tarafından öncelikle suç olarak nitelendirilmesi gereken olaylarla ilgili yetkilendirmenin yürütme gücüne verilmesi, kuvvetler ayrılığı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Geçici kapatma kararına, idare mahkemesinin haczedilebileceği bir icra süresinin eşlik etmesi durumu değiştirmez.
Tıpkı okullarda başörtüsünün yasaklanmasını amaçlayan, ancak resmî olarak tüm dinî sembolleri hedefleyen 15 Mart 2004 tarihli yasa gibi, bu yasa tasarısının hükümleri de tarafsız ifadelerle kamuya sunuluyor. Böylelikle tasarı, Anayasa Mahkemesi nezdinde açılma ihtimali olan davayı önlemeyi amaçlıyor. Ancak aslında nüfusun belirli bir grubunu hedefliyor.
Bu tasarıya paralel olarak, Fransız Cumhurbaşkanı’nın 2003 yılında Fransız devleti tarafından oluşturulan Fransa İslam Konseyine (CFCM) bir “Ulusal İmamlar Konseyi” kurması için dayattığı büyük baskı ve şartnameler bu okumayı doğruluyor. Devlet, rahiplerin veya hahamların iş profili veya formasyonu konusunda söz sahibi olduğunu iddia etmiyor.
“Ulusal İmamlar Konseyi İlkeler Sözleşmesi”
Tasarıya paralel olarak cumhurbaşkanlığı ekibi, 23 Aralık’ta sunulacak bir İmamlar Tüzüğü hazırlıyor. Bu tüzük, “cumhuriyet değerlerinin tanınmasını” doğrulayan, Fransa’da İslam’ın “siyasi bir hareket değil, bir din olduğunu” belirten ve “yabancı devletlerin müdahalelerinin veya onlarla bağlantının sona ermesini” şart koşan bir sözleşme olarak sunulacak. İlk versiyonunda tüzüğün başlığı “Fransa’daki Müslümanların İlkeleri Sözleşmesi” iken, daha sonra başlık “Ulusal İmamlar Konseyi İlkeleri Sözleşmesi” olarak değiştirildi.
Camilere dış ülkelerden maddi yardım sağlanmasının reddedilmesinin yanı sıra, dinî bir yapılanma olan bu konseyin misyonuyla ne ilgisi olduğu anlaşılmayan bir “kamu hizmetlerinin tarafsızlığı”ndan da bahsedilmektedir. “Siyasi düzen, dinî düzenden ayrı olmalıdır” gibi oldukça belirsiz ilke beyanları içermektedir. Tüzükte geçen bir başka cümle ise şöyledir: “Camilerde siyasi söylemlere ve dünyanın başka yerlerinde meydana gelen çatışmaların ithal edilmesine izin vermeyi reddediyoruz.”
Önerilen tüzük son olarak şu ifadeye yer vermektedir: “Kati olarak yeniden teyit ediyoruz ki sözde ‘devlet ırkçılığı’ suçlaması Fransa’da hiçbir gerçeği yansıtmıyor.”
Bu “tüzük”, Fransız devlet başkanının, anayasa ve uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış olan birçok ilke ve özgürlüğe rağmen, İslam dinini ve Müslümanları ciddi anlamda hükûmetin vesayeti altına yerleştirme yönündeki çok güçlü eğilimini göstermektedir. Bu aşamada, diğer dinî cemaatler bu yasa tasarısından dolayı en fazla ikinci derecede mağdur olurlar. “Bu aşamada” diyoruz, çünkü bu tasarı ve onu çevreleyen ek girişimlerle laikliğin özünün bozulması uzun vadede herkesin temel hakkına yönelik tehdit oluşturan bir emsal teşkil etmektedir. İslam’ın ve Müslümanların halihazırdaki kötü imajı, bunun ifade edilmesine engel olmamalıdır.
Hukukçu, siyaset bilimci
Mehmet Alparslan Saygın
Mehmet Alparslan Saygın, ULB Brüksel Hür Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Siyaset Bilimler Fakültesi mezunudur. Uzmanlık alanları arasında anayasa hukuku, sosyal hukuk, iş hukuku ve dinî özgürlükler yer almaktadır. “Belçika Anayasal Düzeninde Laiklik” (Fr. “La laïcité dans l’ordre constitutionnel belge” isimli kitabın yazarıdır.
Yorum Yazın
Facebook Yorum