Bu yazıyı aslında karşı cinsimden bir bayanın kaleme almasını isterdim; ancak gurbette kadınlarımızın birçoğu maalesef kendi iç dünyasında yaşıyor. Yaşamı kendisine eziyet haline getiren sıkıntıları içinde çırpınıyor. Ancak kaç tanesinin sesini duyuyoruz?
Duyabiliyoruz! 21’inci yüzyılda dahi Avrupa’da yaşasak da bazı bağnaz düşünce sahibi kişiler, sırf kadın olduğu için insanlarımıza insan olarak değer vermemekte, onlara yaşamı dar etmektedir.
1960’lı yıllarda başlayan Türklerin Avrupa macerasında göçmen topluluk yaşamından yerleşik hale geçmesi ciddi şekilde aile yapısındaki değişiklikleri de beraberinde getirdi.
Geçtiğimiz yıl içerisinde Brüksel’de Kadın ve Erkek Eşitliği Enstitüsü tarafından desteklenen çeşitli derneklerle işbirliği yaparak birlikte yaşama bilincini güçlendirmeye yönelik ‘Aile içi Şiddet’ konulu bir dizi seminerler düzenledik.
Bu seminerlerde birebir gördük ki; ailelerimizdeki bugün yaşanan sorunların başında farklı kültürel mantaliteye sahip şekilde yetişmiş genç kuşakların yaptığı evliliklerin olduğu durumu tüm çıplaklığıyla karşımıza çıktı.
Brüksel’de Türklerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerde her yıl 1250 civarında aile içi şiddet, tecavüz gibi dosyanın polise intikal ettiği, en az bu sayının bir o kadarının da polise intikal etmeyip, sadece dar aile çevresi içerisinde sineye çekme alışkanlığını aşamama, problemlerin halledilmesini daha da güçleştirdiği gerçeği ile karşılaştık.
Özellikle Türkiye’den evlilik yolu ile Belçika’ya gençliğin verdiği heyecanla geleceğe dair umutlu, mutlu hayaller kurarak gelin gelen kadınlarımızın bir süre sonra acı gerçeklerle yüzleştiğinde dil bilmedikleri için yaşadıkları şiddeti ve sıkıntıları anlatacağı, çare bulacağı kurumların eksikliği günden güne kendisini hissettirmektedir. Sayısı çok az olan aile danışma merkezleri tarafından “Kadın Sığınma Evleri”ne yönlendirilen, burada hayatlarını sürdüren Türk bayanlar ve kızların sayılarının her geçen gün artıyor olması toplumsal geleceğimiz için alarm vermektedir.
Özellikle evlerini şu veya bu sebepten dolayı terk etmek zorunda kalıp, “Kadın Sığınma Evleri”ne giden kadınlara toplumun bakış açısının da değişmesi gerektiği de bir gerçektir.
Yine bu seminerlerde gördük ki; ailede iletişimin ilk şartı anlaşılmak ve anlamak olmalıdır. Toplumda varlığımızı sürdürebilmemiz, huzursuzluk ve çatışma ortamına yol açmamak için toplumla doğru iletişim kurmalıyız.
Belçika’da yaşamlarını sürdüren Türk toplumunun bir çok sorunu dağ gibi birikmiş, çare beklerken; aile yapısındaki çözülmelerin, daha da derinleşmemesi için vatandaşlara hizmet etmek üzere başta Belçika’da bulunan derneklerimizin ve devletimizin görevlilerinin Belçikalı Türklere siyaset ve algı operasyonu çekmek yerine gerçek vazifelerine dönmelerini beklemek toplumsal bir beklenti olarak ortaya çıkıyor.
Çok şey mi istiyoruz acaba?
(Şükrü Sağlam’ın Kuzey Gazetesi Mart 2017 sayısı için kaleme aldığı yazısıdır…)
Yorum Yazın
Facebook Yorum