Sağır sultan duydu, kör oğlu kör bile gördü insanlığın korona virüsü ile ne kadar çaresiz duruma düştüğünü. Nice ocaklar söndü, nice ocaklar narına yandı bu yeni tip virüs nedeniyle. İlk ortaya çıktığı günden beri hep üzeri örtüldü bu hastalığın nereden çıkıp, ne gibi komplikasyonlar gösterdiği. Ama kesin olarak bir şey var ki buda: pompalanan korkudur. İnsanlar o kadar korkutuldular ki daha hastalığın ne olduğuna odaklanamadan ruh dünyamıza karabasan gibi çöktü bize aksettirilen acı ölümün korkusu. Halbuki doğan her canlı doğduğu gün ölümle nişanlanır, ecel geldiği an ölümle evlilik sonuçlanır. Bunu hepimiz biliriz lakin bu kez çok ruh dünyamızı allak bullak eden farklı bir durumla karşı karşıyayız
Nedir O?
Sempati.
Sempati teknik bir terim olarak açıklamak gerekirse karşımızdakinin bulunduğu durumla kendimizi özdeşleştirmek demektir. Yani karşımızdakini anlayıp ona yardımcı olabileceğimiz durumu ifade eden empati'nin zararlı hale dönüşmüş halini ifade eder. Neredeyse her toplum ve inanç grubunda doğum ve ölüm ritüelleri vardır. O toplumlar kendi benimsedikleri ritüeller'de mutlu olurlar veya ölüm acılarını hafifletirler. Bize ters gelen ritüeller olsa bile her toplum kendi adetlerinde tatmin edici unsurlar bulurlar. Virüsün yayılmaya başladığı andan itibaren medyada yayınlanan toplu ölümler insanları korkutsa da. Asıl darbeyi toplu mezar ve topluca cenazelerin yakılması görüntülerinin medyada sıkça yer alması sonucu toplumun büyük çoğunluğunun diğer insanlara empati kurmak suretiyle hüzün paylaşımı evresinden çıkartıp bir anda olayın içine bir girdap misali çekmiş ve durum sempatik bir hale bürünmüştür. Diğer toplumlara veya inanç gruplarına nazaran Müslümanlar yani bizler inançlarımız gereği ölülerimize de en az dirilerimiz kadar değer veririz. Bu inancımıza delil bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ölünün kemiğini kırmak günah itibariyle tıpkı dirinin kemiğini kırmak gibidir." (İbn-i Mâce: 1616) .
Hadisi şerif daha çok ölünün manevi değeri üzerinde yorumlansa da. Halkımız nazarında ölünün ızdırap duyacağı düşünülür. Bu yerleşmiş fikrin yanında yaş adını verdiğimiz ve ilk insanlardan bu yana örf olarak devam edegelen olgu, arkada kalanların yerine getirmelerini kendilerine zorunlu gördükleri başka bir ritüeldir. Tabi burada yaş denince bağırıp çağırmak, ağlayıp sızlayıp isyan etmek akla gelmemelidir. Sünnete uygun olan hüznünü gözyaşlarıyla süsleyip bolca hayır duada bulmaktır. Cenaze teçhizi ve defin işlerini yerine getirmek varislerin üzerine bir vecibedir ve bu gerekliliği en güzel şekilde yerine getiren aile bireyleri ruhen kendilerini rahatlamış hissederler. Kayıplarını kabul etme ve ölümü hazım edebilmeleri kolay olur. Tüm bu ritüellerin yapılamayacak olma korkusu ölüm korkusuyla birleşince ne yazık ki toplumumuzda Korona'ya karşı insanlarımız yanlış bir gözle bakmaya başladılar. Sanki korona virüsü salgınından ölenler kötü bir iş yapıyormuş ta ölmüş gibi bir algı oluşmaya başladı. Ve insanlar kayıplarının acısını tam manasıyla yaşayamamakla kalmadı vefat eden yakınlarının Korona dan öldüğünü de saklamaya, veya başka bir neden den vefat eden yakınları için Koronadan ölmüş söylemlerini yayan diğer insanlara saldırgan tavırlar sergilemeye başladılar. Halbuki İslâm toplumu için karantina kurallarına uyan bir Müslümanın bulaşıcı hastalıktan vefat etmesinden dolayı Şehid sevabı verileceğini her fırsatta hatırlatmaktayız.
İnsanın Dünya ve ahiretteki makamını yapıp ettiği şeyler belirler. İyi yolda ömrünü tamamlamış bir birey için gidilecek yer Cennettir. Cenneti garantilemiş bir birey için kendini bilmez birkaç kişinin bazı zan larda bulunması vefat edene zarar vermeyeceği gibi, gıybet etmelerinden ve iftiradan doğacak ceza sonucu onların sevaplarından alınıp vefat edene verileceği için faydada sağlayacaktır. Bu yüzden söylenen sözlere bakmamalı ve mevtanın ardından yapılabilecek diğer faydalı işlere odaklanılmalıdır. Şunu bir daha hatırlatmak gerekirse her ecel bir sebebe bağlıdır ve bu ecelin haramlarla meşgul iken, günahlar içinde olmaması çok önemlidir.
Ecelin hangi hastalıktan olduğu değil o anda bizim ne yapıyor olduğumuz önemlidir. Kaldı ki Korona önce yavaş yavaş hasta ettiği için tevbe etme şansı veren bir hastalık olarak ta karşımıza çıkmaktadır. Tevbe edilmesine rağmen arda kalan kul hakkı, oruç veya namaz borcu gibi durumlar söz konusuysa, geride kalanların yapabileceği en iyi şey bu borçları ödeyerek ölenin mağfiretine vesile olmaktır. Burada bahsedeceğim namaz borcu bazı kesimlerin beni eleştirecek olsa da ben şahsen klasik Hanefi fıkhını takip ettiğim için sizlere Oruç fidyesi ile birlikte İskat-ı Salatı da hesaplayarak gerekli yere ulaştırmanızı tavsiye edebilirim.
Aklınız bu konuda karışacak olursa Ömer Nasuhi Bilmene ayıt İslam ilmihaline baş vurabilirsiniz. Asıl olan vefat edenin günahları ile baş başa bırakılmaması için Allah'ın merhametine sığınmaktır. Bunu yapmak için geçmiş İslam alimlerinin usullerini taklit etmemiz yeterli olacaktır inşallah.
Şunu tekrar belirtmekte fayda görüyorum ki ben de dahil milyonlarca Müslüman ve hatta birçok meşhur imam efendiler dahi böyle bir ortamda olup, namazsız kefensiz bir naylona sarılarak bir hiçmiş gibi gömülme korkusu yaşadık ve yaşamaktayız. Lakin bu bizi Korona’ya karşı olumsuz ve negatif tavırlar alarak kendimizi aşağılanmış veya vefat eden bir başkasını aşağılanmış bir duruma düşmüş olduğunu hissetmemize sevk etmemeli. Bu hastalıktan kayıpları olanlara karşı empati duyalım, onların acılarını telefonla arayarak paylaşalım. Beraber olup kucaklaşamıyor, topluca cenaze namazlarını kılamıyor olsak da! dua ettiğimizi ve gönüllerimizin bir yerde olduğunu belirtelim.
Şunu aklımızdan çıkartmayalım ki nimetler paylaşa paylaşa çoğalır, acılar paylaşa paylaşa azalır. Acılarımızı paylaşalım, empati duyalım ama acının içine bizi hapseden sempatiden uzak duralım.
Selam ve dua ile.